• BIST 9693.46
  • Altın 2496.161
  • Dolar 32.4971
  • Euro 34.5977
  • Gümüşhane : 7 °C
  • Trabzon : 14 °C

KUDÜS'ÜN KISA TARİHİ 1

02.01.2018 16:31
KUDÜS'ÜN KISA TARİHİ 1
İnsanlık tarihinin en eski ve bilinmeyenler ile dolu şehri Kudüs'ü Araştırmacı-Yazar Serhat Doğan sizler için yazdı.

YAHUDİLER İÇİN KUDÜS

Coğrafi olarak Asya, Afrika ve Avrupa’nın tamda göbek taşı durumunda olan Kudüs ifade ettiği maddi değerlerin ötesinde tüm insanlık tarihi için manevi değeri ile hep ön planda olmuştur. En eski çağlardan bu güne kadar semavi dinlerin merkezi konumunda bulunan Kudüs içinde bulunduğu coğrafya içinde önemli bir jeopolitiğe sahiptir.  Özellikle Ortadoğu Anadolu ve Afrika coğrafyası ile Akdeniz havzası için vazgeçilmez bir ticaret merkezidir. Tarih boyunca bölgede kurulan ve bu bölgeyi elde eden devletlerin vazgeçilmez şehirlerinden biri Kudüs olmuştur. Şehrin tarihi M.Ö 1000 yıllarına kadar dayanır. En eski adı olan “Uruşalim” olan Kudüs’te Kenan’i bir topluluk olan Yabusiler ve Filistinliler yaşıyordu. Kent Musevi kralı Hz. Davut tarafından ele geçirilir ve adı Davud’un şehri olarak değiştirilir. Sonrada adı “Yaruşalim” olur. Kent en büyük gelişimini Hz. Süleyman zamanında yaşar. Hz. Süleyman Mabet tepesine bir tapınak yaptırır. Ve burası Yahudilerin en büyük ibadet merkezi haline gelir.  

M.Ö 587 de Pers akınları Babil devletini yıkınca bölgede Perslilerin egemenliğine girdi. Kudüs şehri pers orduları tarafından yıkıldı bölgedeki tüm Museviler Babil şehrine sürüldü ve bölge boşaltıldı. Ancak Museviler 538 yılında Ezra ve Nemedidh önderliğinde yeniden Kudüs’e dönmüşler ve Süleyman mabedini yeniden inşa etmişlerdir. Ancak 332 yılında Büyük İskender şehri ele geçirmiş ve Kudüs 100 yıldan fazla bir süre Helen Kültürü altına girmiştir. Bu dönem Kudüs için iç savaş dönemini olarak adlandırılır. Muhafazakâr Museviler ile Helen’ler ile evlenmeyi kabul eden Museviler arasında büyük çatışmalar yaşanmıştır. Yahudilerin Hanuka bayramı bu dönemde doğmuş bir bayramdır.

               suleyman-mabedinin-aslina-uygu-olarak-hazirlanmis-maketi-001.jpg

ROMA VE HZ.İSA

M.Ö 63 yılında Roma orduları Kudüs şehrini işgal ederler. Bölgedeki Musevilerin Roma imparatorluğuna karşı tutumu ve ihanetleri cezasız kalmaz. Kudüs şehrinde ikinci kez inşa edilen Süleyman mabedi yıkılır ve büyük Yahudi aileleri roma coğrafyasının değişik bölgelerine bir daha bir araya gelemeyecek şekilde dağıtılır. Musevilerin kurban kesmesi sünnet olmaları ve temel ibadetleri roma tarafından yasaklanır. Hz. İsa’nın dünyaya gelişi işte bu dönemlere tekabül etmektedir. Bu siyasi atmosfer içerisinde Kudüs’te dünyaya gelir. Yahudi kavminin düzelmesi için büyük çabalar sarf eden Hz. İsa Kavmi tarafından ihanete uğrar. Roma’nın bölge valisi Pontius Pilatus tarafından çıkarılan bir karar ile Kudüs’te çarmıha gerilir. İslam inancına göre Hz. İsa göğe çekilmiştir. Hz. İsa Hz. Muhammedin geleceğini kendi kavmine söylemesi bunun Yahudi cemaati arasında rahatsızlık uyandırmıştır. Hz. Muhammed’in adı Kuranda Muhammed İncil’de Ahmed Tevrat’ta ise Ahyed olarak geçer.

 

                Tarih Roma imparatorluğunun da meydana gelen Hz. İsa olayı ile yeni bir dönüm noktasına girecektir. Pagan inanışa sahip olan Roma kısa bir süre sonra Hristiyanlığı resmi din ilan edecek Semavi dinlere karşı verdiği mücadeleye yenik düşecektir. Oryantalist bir bakış açısı ile olaya yaklaşan batılı bilim adamları Hz. İsa’nın doğumu Milat olarak kabul ederek tarihi çağları bu olay sonrasında M.Ö ve M.S diye iki ana kola ayıracaklardır. Roma İmparatoru Büyük Konstantin 313 yılında Hristiyanlığı resmi din olarak tanıması ve akabinde annesi Helena’nın Kudüs’e giderek hac vazifesini yerine getirmesi sonrasında Kudüs artık bir başka dinin merkezi haline gelmeye başlayacaktır. Hristiyanlığın ilk önemli şehirleri ( İskenderiye, Kudüs, İznik, Antakya, Konstantin, Roma )yavaş yavaş kiliseler ile donatılıyor ve Kudüs bu şehirlerarasında Hristiyan coğrafyasının merkezi haline geliyordu. Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesine sebep olduğu için ise Yahudilere büyük bir kin ve nefret duymaya başlamışlardı. Bölgede Yahudilere ait ne varsa yıkılıyordu. Yahudiler için Kudüs’te kalan tek yapıt Beyt-ül Makdis adını verdikleri mabedin duvarı idi. Bu duvar zamanla Hristiyanlar tarafından ağlama duvarı olarak adlandırılmıştır. Roma’nın bu sert uygulamaları Yahudileri Sasani devleti ile yakınlaştıracaktır. 614 yılında Kudüs Yahudilerin desteği ile Sasani Devleti tarafından alınmış ve şehirde bulunan kutsal haç İran kraliçesi Meryem’e götürülür. Bu durum Hristiyan âleminde büyük bir infiale sebep olur. Ancak imparator Heraklios sasaniler ile giriştiği mücadele neticesinde Kudüs’ü geri alır. Kutsal Haç tekrardan Kudüs’e getirilir.

HZ. ÖMER VE KUDUSÜN İSLAM EGEMENLİĞİNE GİRİŞİ

                622 yılında Hz. Muhammed’in Mekke’den Yesrib’e (Medine) hicreti İslam tarihi için bir başlangıç kabul edilir. Nasıl Hristiyan coğrafyası Hz. İsa’nın doğumunu milat kabul ediyor ise Müslümanlar İçinde Milat Hicret olacaktı. Aynı zamanda hicret sonrasında Yesrib’te İslam devletinin temelleri atılır. Hz. Muhammed döneminde Arabistan coğrafyası ile sınırlı kalan iç fetihler onun vefatından sonra Halifeleri tarafından devam ettirilmiştir. Hz. Peygamberden sonra İslam devletinin yöneticilerine halife denmiştir.  Hz. Ebubekir zamanında iç isyanlar ve sahte peygamberler ile mücadele edilmiştir. İslam devletinin fetihleri ve devlet sistemindeki ilerleme ise Hz. Ömer zamanında yaşanmıştır.

                Hz. Ömer zamanında Ürdün, Irak, İran ve Horosan coğrafyasına kuzeyde ise Hazar ülkesine kadar genişlemişti. İslam ordularının başında ilk zamanlar da Halit Bin Velid var iken daha sonraki dönemlerde yerine Amr İbn’ul As getirilmiştir. Filistin bölgesinde giriştiği seferlerde ise yönünü Kudüs’e çevirmişti. Bölgede ki Bizans orduları Komutanı ise Artebun adında Bizans’ın ünlü generallerinden birisiydi. Zehebi tarihinde Kudüs’ün fethi bölümü anlatılırken Amr İbn’ul As’ın zekâsından ve Artebun’a karşı aklını kullanmasından çokça bahsedilir. Hz. Ömer bu durum için “ Allah için Amr çok yaman birisini yendi” diyerek ifade eder.  Artebun ordusunu ecnadin bölgesinde konuşlandırmıştı. Amr Miladi 637 Hicri 16 yılda Bizans ordularına karşı saldırıya geçmiştir. Ecnadin bölgesindeki Bizans ordularını bozguna uğrattıktan sonra onları Kudüs’e o zamanki adı ile iliya’ya sıkıştırmak istiyordu. Bunun için zaten orduların Kudüs’e girmesine izin vererek Kudüs’ü muhasara etti. Amr İbn’ul As Kudüs’ün çevresindeki ufak Bizans kalelerini ( Gazze, Sebastiya, Nablus ve yafa limanını) alarak Kudüs’e gelebilecek yardımlarında önünü kesti. Ebu Ubeyde b. El Cerrah’ta bu ordunun komutanlarından birisiydi. Kuşatmaya dayanamayan Kudüs’teki Bizans garnizonu teslim olmaya karar verirler. Patrik Sophronius sözcülüğünde bir heyet Amr İbn’ul As’a gelerek şehri sadece Hz. Ömer’e teslim edeceklerini söylerler. Bu durum Halifeye iletilince tarihte eşine az rastlanır bir yolculuk başlar.

                Ahmet Miroğlu bu yolculuğu anlatırken şu ifadeleri kullanmaktadır. “İki yolcu... Sadece bir binitleri var. Binite sırayla binmek üzere anlaşmışlar. Bir beriki binecek, bir öteki. Hayvanin hakkini da unutmamışlar. Nöbetleşe bindikten sonra hayvani bir biniş süresi bos yürütecekler. Çünkü onun da dinlenmeye hakki var. Konuşmalardan anlaşıldığı kadarıyla bu iki yolcudan biri efendi, diğeri köle... Fakat efendinin efendiliği, ona kölenin insanlığını, hayvanin hakkini unutturmuyor. Nihayet şehre hâkim yüksek bir tepeye ulaşıyorlar. Efendi binekte, köle yürüyor. Efendi, nöbet sırasının bittiğini belirtmek için tekbir getiriyor. Tepe, hemen o gün, orada el-Cebelü’l-Mükebber (Tekbir Daği) adını alıyor ve hâlâ bu adla anılmakta. Binme sırası kölede... İtiraz ediyor. “Efendim...” diyor, “ne sen in, ne de ben bineyim. Bir şehre girmek üzereyiz. Orada besili, eyerli atlar, altınla süslenmiş arabalar var. Şehre ben binekte, sense benim bindiğim hayvanin yularını tutmuş vaziyette girecek olursak bizi alaya alır, küçümserler. Bu da zaferimize gölge düşürür.” Efendi ısrarlı. “Ama sıra senin...” diyor; “sıra benim olsaydı inmezdim. Sıra seninse senindir. Ben inmeliyim, sen binmelisin.” Köle çaresiz... Hayvana biniyor. Efendisi hayvanin yularından tutuyor. Şehre böyle giriyorlar.” İşte böyle bir atmosferde Müslümanlar Kudüs’ün hizmetine giriyorlar. Normalde şehirler insanların hizmetine girerler lakin bazı şehirler vardır ki insanlar onların hizmetine girerler. İşte Kudüs Miracın o kutlu beldesi böyle bir atmosferde İslam ile şerefleniyor. Müslümanlar daha önceki devletlerin Kudüs kuşatmaları gibi şehre zarar vermedi. Surlarını dahi mancınıkla dövmedi. Şehre girdiğinde devrin geleneği olan yağma teşebbüsünde bulunmadı. Ne Yahudi ne de bölgede yaşayan Hristiyanları yerinden etmedi.  Hz. Ömer İlia halkına verdiği Berat’ta onlara şöyle seslenmekteydi. “Ey Ilyalilar, lehimize olan lehinize, aleyhimize olan aleyhinizedir...”  Daha sonra patrik tarafından Kıyamet Kilisesine davet edilen Hz. Ömer buranın dışında ilk namazı kıldı. Daha sonraki dönemlerde bu kilisenin yerine bir cami inşa edildi. Bugün hala ayakta olan o cami Mescid-i Ömer adıyla anılmaktadır.

                MESCİD-İ AKSA

Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa kim tarafından ne zaman yapıldığı hususu hala ihtilaflı mesellerden birisidir. İslam âlimleri Kuran-ı kerimde El Mescidü’l Aksa adıyla anılan ve çevresinin mübarek kılındığı belirtilen yerin Beytülmaktis olduğu konusunda ittifak halindedir. Aksa ise Arapça “uzak” anlamı taşımaktadır. Bu mescidin Mekke’ye olan uzaklığından dolayı böyle söylenmiştir. Yahudilere göre bu mabet dünya yaratılmadan öncede vardı ve gökteydi.  Ancak İslam âlimleri mescidin yerinin tespiti ve planlanmasını Hz. Davut ile başlatırlar. Ancak Allah Hz. Davud’a buranın Hz. Süleyman tarafından yapılmasını emreder. Bu durumu oğlu Hz. Süleyman’a anlatan Hz. Davut mabedin onun tarafından yapılması gerektiğini emreder ve ona her türlü yardımı yapar. Böylelikle Mescid-i Aksa ortaya çıkmıştır. Museviler için Süleyman mabedi ve burası en değerli iki mabettir.  Aksa mescidi Yahudiler döneminde korunurken Hristiyan roma ve Bizans döneminde harabeye dönmüştür. Çünkü onlar için buranın pek bir önemi yoktu. Onlar  için Kudüs’te en önemli mekan kıyamet kilisesiydi. Müslümanlar için hem ilk kıble olması hem de Hz. Muhammedîn miraç olayına şahitlik etmesi burayı ayrı bir konuma getirmiştir. Kudüs’ün fethi öncesi Harap bir halde olan mescit Hz. Ömer zamanında onarılmış ve bin kişiyi alabilecek kadar genişletilmiştir. Emeviler döneminde yeniden inşa edilen mescit daha da genişletilmiş ve Kubbetu’s Sahranın olduğu alana kadar genişletilmiş şu anki kubbenin yanına küçük de bir kubbe inşa edilerek buraya  “Silsile Kubbesi” adı verilmiştir. Miladi 746 yılında bölgede meydana gelen büyük depremden etkilenen Mescit Abbasiler döneminde yeniden inşa edilmeye başlanmıştır. 780 yılında Abbasî halifesi Muhammed El- Mehdi zamanında bitirilen mescidin coğrafyacı El Mukaddesi’ni verdiği bilgiye göre   “15 kapı 15 revaktan” oluştuğunu söylemektedir. 

                Haçlı seferleri sonrasında Kudüs’ün düşmesi islam âleminde derin bir üzüntüye sebep olmuştur. Ama asıl üzücü olan Mescid-i Aksa’nın krallık sarayı ve at ahırı olarak kullanılmasıydı. Haçlı işgali sırasında mescit tapınak şövalyelerinin merkezi haline geldi ve şeklinde tapınağa benzer düzenlemeler yapıldı. Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü haçlılardan alması sonrasında yeniden mescit haline getirilen Aksa da ise en önemli eklemeler Osmanlı döneminde gerçekleşecektir.

haclilar-kuduse-girdiklerinde-buyuk-katliamlara-sebeb-olmuslardi..jpg

Yapılan yorumlardan Gümüşhane Olay Gazetesi sorumlu tutulamaz.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Gümüşhane Olay | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : (0456) 213 66 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim