• BIST 9891.08
  • Altın 2435.681
  • Dolar 32.5203
  • Euro 34.8906
  • Gümüşhane : 24 °C
  • Trabzon : 22 °C

İNSANIN ÇARESİ

12.02.2016 14:06
İNSANIN ÇARESİ
İNSANIN ÇARESİ

          İnsanın çaresi daima Allah-u Zülcelal'in yanındaki ecir ve sevaplara karşı meraklı olmaktır. Allah-u Zülcelal insana,bu merakına göre salih amel yapmayı nasip etmektedir. Bir kişi bir evliyanın yanına giderek:" Benim evime hırsız girdi ve bütün eşyalarımı çaldı!" dedi. Evliya  o adama: " Allah-u Zülcelal'e şükret ve hamd-ü  senada bulun ki, hırsız senin kalbine girip de imanını çalmadı. O hırsızın çaldığı dünya malıdır. Bir gelir, bir gider." diye cevap verdi. Ne kadar da doğrudur.Eğer biraz derin olarak düşünürsek, lain şeytan insanın kalbine girdiği zaman, kalbin içindeki imanı, Allah sevgisini, günahlardan muhafaza olma halini çalıp götürür. Böyle olduğu halde hiçbir şey olmamış gibi davranıp, adi olan bir dünya malımız çalındığı zaman merak edip üzülüyoruz. Halbuki biraz derin olarak düşünürsek, şeytan bizim kalbimize girip hırsızlık yapıyor ama bizim haberimiz olmuyor.

           İlk önce kalbe giriyor ve iman ağacını yaş tutan, sulayan ve daima imanı kuvvetlendiren Allah-u Zülcelal'in zikrinin aşkını , muhabbetini çıkarıyor. Daha sonra günahlardan muhafaza olma gücünü çıkarıyor ve insan günahlara gidiyor. Vesvese ile bütün hayırlı olan halleri çalıyor ve yerine dünya muhabbetini koyuyor. Ama maalesef bundan hiç haberimiz bile  olmuyor. Oysa zahiri olarak bir şeyimiz çalındığı zaman nasıl üzülüyor ve daha dikkatli davranıyorsak ,manevi olan ve  ebedü'l  ebed  baki  hayatımıza yarayacak olan şeyleri , lain şeytanın çalmaması için uyanık olmamız  lazımdır.Uyanık olup , çalındığını bilirsek bir daha çaldırmamak için daha dikkatli oluruz. Ama  -Neuzubillah-  bunun farkına varamazsak  ta  kabre  kadar  öyle gideriz ve çok perişan oluruz.

         Peki  şeytan, kalbimizdeki zikrin aşkını,muhabbetini nasıl alıyor? "Senin zikir yapmaya vaktin yoktur. Hele şu işini bir yap!" diyerek, elimizdeki  sermaye olan vaktimizi boşa geçirtiyor ve zikir yapmamıza engel oluyor. Oysa iman, yeşil bir ağaç gibidir. Sıcak bir havada yeşil bir ağaca biraz su vermezsek yavaş yavaş kuruyacaktır. Buna bakarak iman ağacının kurumaması için her gün mutlaka Allah-u  Zülcelal'in zikrini yapmamız lazımdır. Çünkü günahların zülmeti, o yeşil olan ağacımızın üzerine gelerek onu kurutuyor. Onun kurumasını önlemek için kalbimizin üzerinde Allah-u  Zülcelal'in zikrini yaparsak ,kurumaz inşallah.

                Biz manevi huzurdan uzak bir şekilde, gafletle O'nun zikrini yapıyoruz ve bunun neticesi olarak , zannediyoruz ki, hiçbir şey olmuyor. Aslında böyle değildir. Gafletle de olsa insan  Allah-u  Zülcelal'in zikrinden geri kalmamalıdır. Eğer bir de insan Allah-u  Zülcelal'in zikrini huzurlu bir şekilde yaparsa çok büyük kemalat sahibi olur. Aynı şekilde Ahmet er-Rufai  bazı zamanlarda kendi cemaatinin içindeyken,  Allah-u Zülcelal'in tecelliyatı üzerine öyle geliyordu ki, kan pıhtısı gibi oluyordu. Sonra yavaş yavaş eski halini alıyordu ve diyordu ki: " Vallahi, eğer Allah-u Zülcelal'in rahmeti olmasaydı, ben sizin yanınıza dönemezdim."

          İşte, Allah-u  Zülcelal'in zikri böyledir.İnsanı bu şekilde  Allah-u  Zülcelal'e manevi olarak kavuşturuyor. Onu yapmamak, sanki ahirete inanmamak gibidir. Hem kendimize hem de birbirimize, Allah-u  Zülcelal'in zikrini yapma hususunda daima tavsiyede bulunalım.Bilhassa yalnız kaldığımız zaman  zikir ve ibadet yapmak , Allah-u  Zülcelal ile aramızdaki gizli olan hali düzeltmeye çalışmak çok kıymetlidir.  Veyahut arkadaşlarımızla birlikte olduğumuz zaman, kimse kimsenin halini bilmediği için Allah-u  Zülcelal'e karşı olan manevi halimiz, kalbimiz, ruhumuz, sırrımız daima düzgün olmalıdır. Samimi ve sadık olmalıdır. Bu hususta, Sehl bin Abdullah şöyle demiştir: " Kim Alla-u  Zülcelal'e karşı gizli olarak  ihanet ederse Allah  o ihaneti , kıyamet gününde, hatta bu dünyada da açığa çıkarır. " 

         Yani insan ne yaparsa yapsın, onun içindeki gizli hali, zahiri vücudunda  meydana çıkıyor. Eğer kişi  iyi bir kimse ise, Allah-u  Zülcelal'e karşı samimi ise ve manevi olarak doğru ise  mutlaka onun ahlakını insanlar güzel olarak görürler. Ama onun içi,  Allah-u  Zülcelal'e karşı hain ise kendini ne kadar iyi göstermeye çalışırsa çalışsın, ara sıra içindeki kötülüğü meydana çıkar ve insanlar bunu görürler. Çünkü Allah-u Zülcelal açığa çıkarıyor. Zaten ahirette de zerre kadar hiçbir şey gizli kalmaz. Yani insanın çaresi, kendisini  Allah-u  Zülcelal'e karşı sadık ve doğru yapmaktır. İnsan, kalbinden dünyanın muhabbetini söküp attığı zaman, gece gündüz dünya ile meşgul olsa da o  dünya ona zarar vermez.Kalp  Allah-u  Zülcelal'e bağlıdır. Ama kalp dünyaya bağlı olduğu  zaman, dünya ile bir saniye dahi  meşgul olsa zarar görür. Kalp,  Allah'ın nazargahıdır. Onu Allah-u  Zülcelal'e bağlamak lazımdır.

            Allah-u  Zülcelal'in dostları manevi doktordurlar. Onlar kalbi, nasıl dünyadan çözüp Allah-u  Zülcelal'e bağlayacaklarını çok iyi biliyorlar.Allah yüzbin defa onlardan razı olsun. Kalbi Allah-u Zülcelal'e bağlamanın da bir takım alametleri vardır. Kalp,  Allah'a bağlandığı zaman ,daima O'nun yolundan, aşk ve muhabbetinden bahseder.Onun için bir adam bir evliyanın yanına gelerek: "Allah'a nasıl kavuşulur?" diye sormuş. Evliya ona: " Sana müjdeler olsun!" demiş, adam: "Niye?" diye sorunca  evliya şöyle cevap vermiştir: " O yolu soran kimse, o yola meraklı demektir. Allah ona nasip edecektir inşaallah!" Demek ki Allah'ın yolunu merak etmek, daima onunla meşgul  olmak, Allah-u  Zülcelal'in yanında çok makbuldur. Sehl bin Abdullah şöyle demiştir: "Kim kalbini  Allah-u  Zülcelal'e teslim ederse, Allahu Zülcelal onun azalarına sahip çıkar." İnsan kalbini  Allah'a teslim ederse, O  da  o kimsenin gözlerine , ellerine ayaklarına, diline yani bütün azalarına sahip çıkar. Gözünün harama bakmasını engeller, dilinin haram konuşmasını engeller. Ayaklarını  günah yerlere gitmesine engel olur.

         Kalp, birşey değildir ki! Allah-u  Zülcelal'in  yaratmış olduğu bir et parçasıdır. Peki neden onu  Allah-u Zülcelal'e teslim etmiyoruz?  Onu Allah-u  Zülcelal'e teslim  edip:" Ya Rabbi! Bu kalbi sen yaratmışsın. Onu sana teslim  ediyorum" diyerek O'nun önüne koyalım. O zaman Allah-u  Zülcelal'in rahmeti kalbimize girer ve bütün azalarımız da  Allah-u  Zülcelale teslim olur ve Allah-u  Zülcelalin katındaki ecir ve sevaplara doğru gider.Esasen bizi mahveden nefis ve şeytandır. Onun için Beyazid-i  Bestami  şöyle demiştir: " Ben nefsimi çağırıp; 'Gel, Rabbime gidelim' dedim. Ama gelmedi. ' Madem ki  gelmiyorsun , sen kal ben gidiyorum ' dedim."

        Tabi nefse sadece  ' sen kal ' diye söylemek kolaydır. Asıl önemli olan onu terk edebilmek, onum heva ve heveslerini bırakabilmektir. Demek ki , onu terk etmek Beyazid-i Bestami'ye göre kolaydı.Onun için şöyle demiştir: " Ben bir gün rüyamda , Allah-ü  Zülcelal'e dedim ki: " Ya Rabbi! Ben sana nasıl gelebilirim?" Allah-u  Zülcelal buyurdu ki:  "Ya Beyazid!  Nefsini bırak öyle gel!"  Bu zaman da  nefsimizi yediriyoruz, içiriyoruz, rahat  ettiriyoruz. Hiç olmazsa biraz  Allah-u  Zülcelal'in ibadetini de yapalım. Devamlı olarak nefsi doyurmak, ibadetin önünde büyük bir engeldir. Çünkü denilmiştir ki:  Dünyada daima tok olan kimse, kıyamet gününde aç olur. Dünyada aç olan kimse kıyamette tok olur.

        Yemek şehvetinin zararlarından bazıları şunlardır:

a-Allah korkusu kalpten gider.

b-Mahlukata karşı merhamet duygusu kalbinden çıkar.

c-Fazla yemek insana ağırlık  vererek, taat ve ibadetine mani olur.

d-Hikmetli sözleri duysa da kalbi yumuşamaz.

e- Kendisi  hikmetli sözleri konuşsa da başkasına tesir etmez.

             Öyle ise hiç olmazsa günde bir iki saat nefsimizi aç bırakalım. En azından aç olduğumuzu hissedelim.  İnsan günde üç sefer yemek yerse aç kalmaz. Ama bir sabah, bir de akşam yediği zaman, sabah yediği  yemekten sonra, ancak akşama doğru aç olduğunu hisseder. Hülasa; insan,  Allah-u  Zülcelal'e karşı sadık olup ve daima  O'nun yanındaki  ecir ve sevaplara karşı meyilli olursa,  Allah-u  Zülcelal ihlası da sadakati de doğruluğu da ona nasip edecektir. Fatıma-i  Nişaburi şöyle demiştir: " Sadıklar ve takva sahipleri, bu zamanda bir derya içindedirler. O deryanın dalgaları onlara çarpmaktadır. O derya içinde boğulmuşçasına  Allah-u  Zülcelal'e dua ve feryad ederler." 

     Böyle olduğu  zaman,  Allah-u  Zülcelal o kimseyi  günahlardan da muhafaza eder, ibadet yapmayı da nasip eder, zikir yapmayı da nasip eder. Ama biz  Allah-u  Zülcelal'e yalvarmıyor ve istemiyoruz. İstediğimiz zaman da zayıf bir taleple istiyoruz. Oysa samimi bir şekilde, mahzun ve çok kıymetli birşeyimiz  kaybolmuş da onu arıyormuş gibi istersek, Allah-u  Zülcelal bize isteğimizi nasip edecektir inşaallah. Bütün bu bilgiler, bizim manevi olan hastalıklarımıza ilaçtır. Bu ilaçları bilip yapmamak, aynen bir kimsenin hastalandığında  ilaç alıp bir poşetin içine koyup hiç kullanmaması gibidir. İlaçları kullanmayan  hasta  iyileşebilir mi? Onun için bu bildiğimiz ilaçları kalbimize, ruhumuza ve sırrımıza tatbik etmemiz lazımdır.

         Allah-u  Zülcelal kendi  fazlı keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...(Amin)

Seyda Muhammed Konyevi Hazretleri

 

 

 

 

 

Yapılan yorumlardan Gümüşhane Olay Gazetesi sorumlu tutulamaz.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Gümüşhane Olay | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : (0456) 213 66 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim