Gümüşhane’de bir mekan; arkadaşını bekleyen mavi kazaklı genç, kahvesini yudumlayan uzun saçlı kız, cama yansıyan sarı sokak lambaları ve masamın üstünde unutulduğunu düşündüğüm bir kitap, ilk sayfasında el yazısı ile yazılmış:
“Kitap okumak insanı yüceltir.
Boş vakitlerinizi kendinizi yüceltmek için kullanın istedim.
Kitaplara saygı duyunuz” diye bir not…
Belli ki kitap okumanın faydalı olduğunu gösterebilmek amacı ile böyle bir yola başvurulmuş ve masalar üzerine kitaplar bırakılmış. Her kimse düşüncesi ve davranışı gerçekten takdire layık ancak notundaki “boş vakit” düşündürmedi değil. Acaba kitaplar sadece boş vakitleri değerlendirmek için mi var? Kitaplar boş vakitlerde mi okunmalı? Yoksa sadece kitap okumak için kendimize ayırdığımız özel zamanlarımız mı olmalı?
Kitaplar değerli varlıklardır ve sessiz öğretmenlerdir. Boş vakitleri değerlendirmek için değil, sadece kitap okumak için ayrılmış özel zamanlarımız olmalı. Kitap okumak için ayrılmış özel zamanın varlığı, zamana yüklemiş olduğumuz anlamın ayrıcalığını göstermektedir. Kitabın ve okumanın hayatınızda bir yeri olmalı. Kitap okumak alelade bir iş değil, ona ayırdığınız zamanı kıymetlendirmek, bir adım öteye taşıyabilmektir.
Kitap okumak insanların hayata bakış açılarını ve toplum içerisindeki konumlarını farklılaştırır, yetkin bireyler olmalarını sağlar. Duygularımız, davranışlarımız üzerinde bir kitabın etkisi imkânsız değil, yaşantımızı şekillendirecek kadar güçlü etkiye sahiptir. Kitaplarla duygusal bağı olan insanlar bile tanıyabilirsiniz. Kitapları ile mutluluğunu, üzüntüsünü, sırrını paylaşan insanlardan bahsediyorum. Onlar için kitap okumak hayatlarının olmazsa olmazıdır. Kanlı canlı olmasa da hayattaki en iyi arkadaşlarıdır onların. Büyük bir kütüphane aslında kalabalık bir ailedir onlar için. Öylesine bağlı…
Kayıp bir çağda yaşamaktayız. Kayıp çağ diyorum çünkü manevi değerlerimizden giderek uzaklaşıyoruz ve birer birer karanlık bir girdaba bırakıyoruz onları. Bilgi güçtür demekten korkuyoruz. Çünkü bilgiden o kadar uzağız ki, aradaki mesafe gözümüzü korkutuyor. Hem tarihi hem de coğrafi olarak değerli ilim insanlarına sahip olsak da geçmiş ile gelecek arasında dengeyi sağlamakta güçlük çekiyoruz. Ne geçmişe yeniyi tanıtabiliyoruz ne de yeniye geçmişi hatırlatabiliyoruz. Geçmişten miras kalan değerli kitaplarımız var ancak eline almaya zaman bulamayan kitapsız kalan bir toplumumuz da var.
Kitaplara “Mümkün olsaydı her karış toprağa buğday eker gibi kitap ekerdim” diyen Horace’nin samimiyetiyle bakmanızı ümit ederim.